Yargı denince akla ilk önce hakimler gelir. Bunlar, çalışmaları esnasında bir çok kişinin yardımına ihtiyaç duyarlar. Osmanlı devleti hakimleri ve yargılamada görev alan yardımcı elemanları şunlardır;
A- Hakimler
Hakim, yargılama görevini yürüten asıl memurdur. Hakimin her yönüyle güvenilir olması, görevini yaparken maddi ve manevi baskılardan uzak olması gerekir.
1- Hakimde aranan özellikler
a- Hakim, yerli yerinde karar verebilen, anlayışlı, dürüst, güvenilir, şahsiyet sahibi ve sağlam iradeli olmalıdır.
b- Hakim, fıkha vakıf olmalı, yargılama hukukunu iyi bilmeli, davaları bunlara göre çözebilecek bir beceriye sahip olmalıdır.
Fıkıh deyince, İslam hukuku ile birlikte ibadetlerle ilgili bilgileri de içine alan ilim dalı anlaşılır. Hakimler ibadetlerin usulüne uygun yapılmasını denetleyip bazı müeyyideler uygulayabildikleri için bu konuda da bilgi sahibi olmaları gerekir. Mesela, namaz kılmayan veya Ramazan günü kasden oruç bozan kişilere ta’zir uygulamak ve Ramazan hilalini tespit etmek hakimin görevleri arasındadır.
c- Hakim, tam bir temyiz kudretine sahip olmalıdır. Bu sebeple çocuk, bunak, kör, dilsiz ve tarafların yüksek sesle konuşmalarını duyamayacak derecede sağır kimseler hakimlik yapamazlar. Yaparlarsa verdikleri kararlar geçersiz olur.
2- Hakimin uyması gereken ahlaki kurallar:
Hakim, adalet dağıtmak, haksızlığı önlemek ve Hz. Peygamberin yolunda yürümek gibi dinin yapılmasını istediği şeyleri yapmalı; katı, kaba, kibirli ve inatçı olmamalıdır. Bundan başka uyması gereken ahlaki kurallar şunlardır:
a- Hakim, mahkemede kendisi için alış-veriş yapmamalıdır. Böyle yaparsa makamın yüceliği kaybolur. Esasen hakimin, mahkeme dışında da alış-veriş yapması uygun olmaz. Bu gibi işleri yürütmek üzere güvendiği bir kişiyi görevlendirmeli ve bu kişi de hakim adına alış-veriş yaptığını kimseye söylememelidir. Çünkü halk, hakime sattığını ucuza satmaya ve ondan aldığını da pahalıya almaya yönelerek onun kendilerine meyletmesini sağlamaya çalışır.
b- Hakim, kimseyle şakalaşmamalıdır. Çünkü bu, makamın yüceliğinin kaybolmasına sebep olur. Hakim, taraflarla davaları dışında bir şey konuşmamalıdır. Çünkü şakalaşma ve konu dışı konuşmalar makamı küçük düşürür.
c- Hakim taraflardan hiçbirinin hediyesini kabul edemez ve başkalarından da hediye alamaz. Miktarın az veya çok olması önemli değildir. Son karardan önce de olsa sonra da olsa, hakimin hediye kabul etmesi haram olur.
aa- Hakim, kendinden üst makamların hediyesini kabul edebilir. Mesela kendini atama mevkiinde bulunan Kazasker ve Şeyhülislam’dan hediye alabilir.
ab- Hakim yakın akrabasından (zi rahm-i mahreminden) hediye kabul edebilir. Çünkü, onların hediyesini kabul etmemek, akrabalık bağlarının kopmasına sebep olur ki, bu haramdır. Ancak bir davaları olursa onların da hediyesini alamaz.
ac- Hakim olmadan evvel aralarında dostluk bulunup kendine hediye vermeyi adet edinen kimseden hediye alabilir. Ancak alacağı hediye eski miktardan fazla olmamalıdır. Mahkemede davası olan hiç kimsenin hediyesini kabul edemez.
Bir görüşe göre hakimin rüşvet aldığı davada vereceği hüküm geçerli değildir. Kadihan, bu konuda icma’ olduğunu nakleder. Hakimin hükmü, doğru da olsa sonuç değişmez. Çünkü, bu durumda sanki hüküm vermesi için ücretle çalıştırılmış olur. Halbuki, böyle konularda ücretle adam çalıştırılmaz. Çünkü hükmetmek, zaten hakimin görevidir.
d- Hakim, taraflardan hiçbirinin ziyafetine ve kendisi için düzenlenmiş ziyafetlere gitmez. Fakat, ziyafet başka sebeple düzenlenmişse, davası olmayan kişilerin düzenlediği böyle genel ziyafetlere gidebilir. Çünkü, bu hallerde herhangi bir töhmet söz konusu olmaz.
e- Yargı sonuçlanmadan hakim, taraflardan yalnız birisini evine kabul etmek, mahkemede biriyle başbaşa kalmak, taraflardan birine el, göz veya baş ile işaret etmek, onlardan birisiyle gizli konuşmak, diğerinin bilmediği dil ile söz söylemek gibi töhmet ve kötü zanna sebep olabilecek hal ve hareketlerden sakınmalıdır.
f- Hakim, taraflar arasında eşit davranmak zorundadır. Taraflardan biri her ne kadar eşraftan ve ileri gelenlerden, diğeri de sıradan bir vatandaş olsa dahi yargılama sırasında tarafları oturtmak, onlara bakışlarını yöneltmek ve hitabetmek gibi yargılama ile ilgili bütün işlerde tamamiyle adalet ve eşitliğe uyması gerekir.
3- Hakimlerin atanması
Hakimler, sultan tarafından atanır. Sultan, bu konuda bir başkasına da yetki verebilir. Yetki, önceleri kazaskerlere verilmişti. Daha sonra kadılar, Şeyhülislam’ın teklifi ve padişahın onayı ile atanır oldular. Vali ve beylerbeyi olan zatlar, hakim atayamaz ve onları görevden alamazlar.
1913 tarihli Hükkâm-ı Şer’ ve Mehâkim-i Şer’iyye Hakkında Kanûn-i Muvakkat’ın (HŞMŞHK) 17. maddesine göre hakim tayin edilecek kişide şu beş şart aranır:
1- 25 yaşını doldurmuş olmak.
2- Bir yıl veya daha çok hapis cezasına yahut daha ağır bir cezaya çarptırılmış olmamak.
3- Yerli yerinde hüküm verebilen, anlayışı kuvvetli, doğru ve güvenilir, şahsiyet sahibi ve sağlam iradeli olmak (Mecelle 1792).
4- Tam bir temyiz kudretine sahip olmak. Yani bunak, kör, dilsiz ve tarafların yüksek sesle konuşmalarını duyamıyacak derecede sağır olmamak (Mecelle 1794).
5- Medresetü’l-kudât’ı (kadı yetiştirmek için kurulmuş fakülteyi) bitirmiş olmak.
4- Hakimlerin görevden alınması
Sultan veya onun yetkili kıldığı kişi, hakimlerin görevine son verme hakkına da sahiptir. Görevden alınmasını gerektiren bir sebebin bulunup bulunmaması önemli değildir.
HŞMŞHK’nin yürürlüğe girmesiyle hakimler, kanuni bir sebep olmadan görevden alınamaz duruma gelmişlerdir (m. 23). Buna göre hakimler, görevlerini kötüye kullanmadıkça ve sorumluluk doğuracak bir davranışları ortaya çıkmadıkça görevden alınamaz ve bir başka memuriyete atanamazlar. Ancak Haremeyn-i muhteremeyn (Mekke ve Medine) kadıları bu hükümden ayrı tutulmuşlardır (m. 24).
5- Hakimlere ödenen maaşlar
Hakim, üstlendiği görev dışında bir işle meşgul olamaz. Bu sebeple kendisine, ailesine, yardımcılarına ve geçimini üstlendiği kişilere yetecek bir maaş alması gerekir. Osmanlıların kadılara verdikleri maaş miktarları kazasker ruznamçelerinde kayıtlıdır. Örnek olarak Üsküdar Kadılığı Evamir Kayıt Defteri’nde yer alan ve görevlilerin aylık maaşını gösteren bir kayıt suretini aşağıya alıyoruz.
Kadı Efendi 3500 kuruş (35 Osmanlı altını)
Müşavir 1500 kuruş (15 Osmanlı altını)
Başkatib 1000 kuruş (10 Osmanlı altını)
Katib 800 kuruş (8 Osmanlı altını)
» 600 kuruş (6 Osmanlı altını)
” 600 kuruş (6 Osmanlı altını)
» 400 kuruş (4 Osmanlı altını)
» 400 kuruş (4 Osmanlı altını)
Muhzır 400 kuruş (4 Osmanlı altını)
» 400 kuruş (4 Osmanlı altını)
» 400 kuruş (4 Osmanlı altını)
Hademe 200 kuruş (2 Osmanlı altını)
» 200 kuruş (2 Osmanlı altını)
Yekûn 10400 kuruştur. (104 Osmanlı altını)
Fî 6 Receb, 1328 ve fî 4 Haziran, 1326 (19 Mayıs 1910).
6- Hakimin yetkisinin sınırlandırılması
Hakimlerin yetkileri çeşitli şekillerde sınırlandırılabilir. Bunlar yargılama zamanı, yargılama yeri ve hakimin bazı davalara bakamaması gibi durumlardır.
Hakime belli bir müddet yargılama yetkisi verildiği taktirde ancak o müddet içerisinde görev yapabilir. 1331/1913 tarihine kadar hakimler bir sene müddetle görev yapmaktaydılar. Bu tarihe kadar tutulmuş şer’iyye sicillerinde, her yıl kadıların değiştiği görülmektedir. HŞMŞHK’nın 23 ve 24. maddeleri ile bu uygulmaya son verilmiş, fakat Mekke ve Medine kadıları bu hükümden ayrı tutulmuşlardır.
Yargılama müddetini sınırlanmanın sebebi, hakimlerin bilgi yönünden eksikliklerini gidermelerine imkan vermek diye ifade edilmektedir. Çünkü onlar, yargılama görevi ile meşgul oldukları zaman, fıkıh ilminden başka bir ilim üzerinde araştırma ve inceleme yapma fırsatı bulamazlar. Ama, bir sene gibi belli bir müddet içerisinde yargılama görevini tamamlarlarsa, diğer ilim dallarına yönelme fırsatı bulabilirler. Hatta önceleri kadılık görevinin üstün yetenekli ve olgun kişilere verilmesine çok dikkat edildiğinden bir çok ilimden icazet (diploma) almış ve icazet verebilecek kıymetli alimler bu göreve getirilirlerdi. Bu alimler, ilmi çalışmalardan uzak kalmamak için özürler ortaya koyarlardı. Hem kadılık görevini yetkili ve liyakatlı kişilere vermek, hem de ilim adamlarının açıkladıkları özürleri dikkate almak için hakimler, bir sene gibi kısa bir müddet için tayin olunurdu. Yoksa fıkıhta böyle bir şart yoktur.
Yargılama, yer itibariyle sınırlanmıştır. Bir hakim, kendi yargı bölgesinin her tarafında hükmedebilir. Bir yerin mahkeme binası olarak kullanılması ve duruşmanın orada yürütülmesi gerekmez. Kadı, bulunduğu merkeze bağlı köylerde de hükmedebilir. Fakat kendi yargı bölgesi dışında hükmedemez.
Yargılama, konu itibariyle de sınırlandırılabilir.
7- Hakimin yetkisiz olduğu davaların çözümü
Bir yargı bölgesinde görev yapan hakimin kendi davası yahut hükmedemiyeceği kişilerin bir davası bulunursa dava şu beş şekilden biriyle çözümlenir:
a- Orada bir başka hakim varsa duruşma onun huzurunda yapılır.
b- Başka hakim yoksa taraflar kendi rızalarıyla bir hakem tayin ederek duruşmayı onun huzurunda yapabilirler.
c- Eğer o yerin hakimi, naib tayin etme yetkisine sahipse bir naib tayin eder ve taraflar bu naibin huzurunda yargılanırlar.
d- Bunlardan biri olmadığı takdirde taraflar, rıza ve ittifakları ile civardaki diğer bir hakimin huzurunda yargılanırlar.
e- Bazı durumlarda padişahtan bir müvellâ tayin etmesi istenir.
Müvellâ, bir yargı bölgesinde meydana gelen bazı belli davalara o yer hakiminin bakmasında bir sakınca yahut engel bulunduğu zaman, davacının padişahtan telebi üzerine yalnız o davayı dinleyip çözmek için tayin olunan hakimdir.
Yukarıdaki birinci, üçüncü ve beşinci durumlarda tarafların rızası aranmaz. Fakat hakeme veya civarda bulunan bir mahkemeye başvurma konusunda her iki tarafın da rızasının bulunması şarttır.
B- Yargılamada ikinci derecede görev alanlar
Yargılamada ikinci derecede görev alan kişilerin başında naibler gelir. Katip, mübaşir ve muhzır da hakimin yanından eksik olmaz. Tezkiye memurları hademe, kapıcı ve son zamanlarda müşavir, hakimin yardımcıları arasında yer almıştır.
1- Naib
Nâib sözlükte bir kişinin yerini tutan ve yokluğunda işlerini yürüten kimse anlamına gelir. Naibler, hakimlerin vekili olarak görev yapan kimselerdir. Bazı hakimler, naib tayin etme ve görevine son verme yetkisine sahip olurlardı. Bu yetkiyle donatılmış olanlar, hakimlik yapabilecek özellikte birini kendine naib tayin etme ve istediği zaman görevine son verme hakkına sahipti. Bu durumda hakim, naibine kendisine ait bütün yetkileri tanıyabileceği gibi, yetki sınırlaması da yapabilirdi. Naib tayin etmeye yetkili olduğu halde onu görevden almaya yetkili olmayan hakimler de vardı.
Naib tayin etme yetkisine sahip olmayan hakimler bu konuda duyacakları ihtiyacı şu üç şekilde giderebilirlerdi:
a- Yalnız kendi huzurunda hükmetmek üzere naib tayin edebilirlerdi. Bu taktirde o naibin hakim huzurunda vereceği hüküm geçerli olurdu.
b- Tayin ettiği naib, başka bir yerde tarafları ve şahitleri dinlerdi. Eğer bir hüküm verirse o hüküm hakimin kontrol ve tasdikinden sonra geçerli olurdu. Çünkü, önemli olan, yargılamanın hakimin görüşüne uygun olarak yürütülmesidir. Hakim, bu konuda görevlendireceği kişinin vereceği hükmü kontrol edip tasdik ettikten sonra yargılamanın, hakimin görüşüne göre olduğu ortaya çıkar.
c- Keşif, ilk soruşturma ve şahitler hakkında güvenilirlik soruşturması açmak gibi yargılamaya yardımcı olacak hususlarda naibler görevlendirebilirlerdi.
Naib tayinine yetkili olan hakimin görevden alınması veya ölmesiyle naibinin görevi sona ermez. Hakim ölür veya görevden alınırsa, yeni hakim atanıncaya kadar yargılamaya önceki hakimin naibi bakardı.
Şer’iyye sicillerinde naiblerin, daha çok sorgu hakimi olarak görev yaptıkları görülmektedir. Sorgu hakimleri son kararı vermeye yetkili değillerdir.
2- Müşavir: Hakim gerek görürse fıkıh bilginleri ile istişare edebileceği gibi yargılama esnasında bunları yanında da bulundurabilir. Ayrıca 1913’te çıkarılan Hükkam-ı Şer ve Mehakim-i Şeyr’iyye Hakkında Kanun-i Muvakkat’ın 8. maddesine göre Kazaskerlikler, İstanbul, Muhallefât, Evkâf, Galata ve Üsküdar kadılıklarıyla vilayet merkezlerinde işi çok olan şer’i mahkemelerde ihtiyaca göre bir veya iki müşavir bulunduracak, Haremeyn (Mekke ve Medine) kadilarinin müşavirleri tek başlarina hüküm verme yetkisine sahip olacaklardı.
3- Katip: Güvenilir, saglikli, davalari yazma ve ilâm düzenleme usulüne vakif bir kişi mahkemeye katip olarak tayin edilir. Hediye almak gibi kötü bir davranişta bulunmasin diye hakim onu uygun bir yerde bulundurur. Katip burada, taraflarin iddia ve savunmalari ile şahitlerin ifedelerini kaydeder. 1913′ten sonra her mahkemede bir başkatip ile yeteri kadar katip ve kayit memuru bulundurulmasi kanun geregi olmuştu.
4- Mübaşir: Mübaşir, hakimin emrini teblig görevini yürüten kişidir. Şer’iyye sicillerinde bazı mübaşirlerin sorgu hakimi gibi görev yaptıkları da görülmektedir.
5- Tezkiye memurları: Şahitler hakkında güvenilirlik soruşturması (tezkiye) yapan memurlardır. Şer’iyye sicillerinde, buna dair kayıtlara çok rastlanır.
6- Muhzir: Gerek görülen kişileri hakim huzuruna götürme, yani mahkemeye celbetme görevini yürüten memurdur.
7- Hademe: Duruşma güvenliğini sağlayan görevlidir. Bunlar, lüzumsuz söz ve uygunsuz davranışlara engel olurlar. Hademeler hakimden uzakta olmalıdırlar. Çünkü bunların varlığı, makamının yüceliğini artırmak içindir. Uzak durmaları ise heybeti artırır.
8- Kapıcı: Kapının önünde durup mahkemeye başvurmak isteyenleri sıraya koyan görevlidir.
C- Toplu hakim sistemi:
Osmanlı mahkemelerinde, eskiden beri tek hakimli sistem esastır. Fakat bazı mahkemelere müşavirler tayin edilmiş ve onlara da hüküm verme yetkisi verilmiştir. Kazasker, Kassâm-ı umûmî, İstanbul Kadısı, yardımcısı, Mekke ve Medine kadıları ile müşavirleri böyledir. Fakat bunların bir konuda beraberce karar vermeleri şartı getirilmemiştir. Ama bu mümkündür. Nitekim Mecelle’nin 1802. maddesi şöyledir:
«Bir davayi beraberce dinlemek ve hükmetmek üzere tayin edilen iki hakimden yalniz birisi o davayi dinleyip hükmedemez. Ederse hükmü geçerli olmaz.»
Fakat bir mahkemeye böyle iki hakim tayin edildigi halde, her birine tek başina davayi dinleyip hüküm verme yetkisi taninirsa, o zaman mahkemenin teşekkülü için ikinci hakimin gelmesi beklenmez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder